Dun tatil oncesi son midterm'u aldim, kolay sayilabilir, ama tabi hocanin sinifta bahsetmeyim sordugu bi suru soru var, oyle olanlari aklimda ne kaldiysa cevap o dur insaallah seklinde attim, ama bi kacini dogru atmak sevindirdi, hamdolsun, neyse bu dersin filanine daha bir pur dikkat olurum ins:)okuldan ciktim, otobuse bindim, basladim, cuma gunleri mumkunse o gunde okunmasinin faziletinden dolayi hic aksatmamaya calistigim Kehf suresini okumaya, derken bi kac durak sonra, sinifimdan bir kiz yanima oturdu , selam faslindan sonra basladi su sorunun cevabini hatirliyrmusun bu sorunun cevabini diye sorular sormaya, derken iste konustuk ettik, biraz hocayi elstirdik, bahsetmedigi seylerden sordugu icn, sonra iste tatilde napacagmizdan flan derken, oncesindede onun evli oldugunu duymustum sinifta, iste yine evli oldugundan filan behsetti, derken yasini duyanlarin inanamadigini soyledi, neden dedim daha buyuk saniliyormus yalniz cok gecn duruyor, hata ben evli oldugunu duyunca sasrmistim, hatta soyle bisi, hoca soyisminden dolayiresmen kizla dalga geciyordu, yazik bisi demiyor, sadece yuzu bozuluyor, ama hoca devam ediyordu, hatta bir keresinde scarlet letter di mevzu, onunla yine dalga gecercesien, senin kac tane oldu letterin dedi acayip seviyesiz bi hoca iste, neyse o yuzden kizin biliyorum evli oldugunu, herneyse, ben cok kucuk durdugunu htta evli oldugunu duydugumda sasirdigmi soyledim, 23 yasindaymis 21 yasinda evlenmis, bana kac yasinda oldugumu sordu 27 diyince sasirdi daha kucuk durdugumu sylediki, bu beni ziyadesiyle mutlu etmeye yetti, sabah kahvaltisinda ve aksam yemeginde esime bir cok kereler sence kac yasinda gibi duruorum diye sorup bezdirdim onu:))herneyse mevzuya doneyim, bu arkadas annesine gidiyordu okul cikisi oyle dedi, hatta buyukannesinin, teyzelerini, vs...akrabalarinin burda yasadiginindan bahsetti, aaa ne guzel cok sansilisin dedim, ama o hic oyle dusunmedigini soyledi:) annesi ve diger akrbalari ayni binada yasiyorlarmis ve dusun dedi surekli dedikodu var:)) o yuzden benim evim baya uzak buraya dedi:))guldum, bazen uzakta yasamak daa guzel olabiliyor dedim:)
Yalniz bu diyologun ardinda benim aklima baska dusuncelerde geldi,...mesela o arkadasda oldugu gibi bir cok tandigimda ailesinden akrabasindan uzakta yasasin cok istiyor, cunku nekadar yakin o kadar cok dedikoduluk malzeme oluyor bir o kadarda dedikodu, yaliz iste biz Hakka-Hakikate inanlari digerlerinden ayriran vasiflarimizdan biri, elinden oldugu kadar dilindende emin olmak olurken iste biz bu noktada bir ayricalik gosteremiyoruz ya bu iste cok uzucu, bende mesela dilinin kemigi yok diye tanimladigimiz insan guruhundan olabildigince uzak durmaya calisiyorum(kastim turkiye degil), cunku yakinlik gostersem, bu sefer kiriliyorum inciniyorum ve sonrasinda esime yada samimi oldugum arkadasima anlatma geregi duyuyorum, ama iste bi cok insan gibi bende bu noktada yaniliyorum,ya yuzune direct soylemek yada Allah'a havale etmek en dogrusu, zaten uzulunen seyi anlatmak elemi ziyadelestiriyor tecrubeyle sabit:)cunku insan kafa yoruyor bir o kadarda kendini uzuyor...
Saturday, March 31, 2007
Friday, March 30, 2007
Kandilinizi Tebrik ederim...
Kutlu Doğum (M. Fethullah Gülen)Mart 25th, 2007 — Yunus Emre Ercan
M. Fethullah Gülen, Sızıntı, Ekim 1991, Cilt 13, Sayı 153İnsanlığın iftihar Tablosu’nun doğumu, topyekûn insanlığın da yeniden doğumu sayılır. O’nun dünyayı şereflendireceği güne kadar akın karadan, gecenin gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu; dünya âdetâ umumî bir mâtemhâne, varlık da tıpkı bir kaostu.. O’nun eşyanın yüzüne çaldığı nur sayesinde, zulmet ziyâdan ayrıldı, geceler gündüze kalboldu; kâinat kelime kelime; cümle cümle, fasıl fasıl okunur bir kitap haline geldi.. ve her şey âdetâ yeniden dirildi ve gerçek değerini buldu.
Evet, O’nun yeryüzünü şereflendirmesi; kâinat çapında bir vak’a ve yer-gök adına en büyük bir hâdise olduğu gibi, aynı zamanda insanlığın da yeniden dirilişi sayılır. O, elindeki, cihanları aydınlatan, o nûrefşân mesajıyla, dünyayı yeniden göklere göre tanzim edeceği, varlığın perde arkası hakikatlarına tercüman olacağı, eşya ve hâdiselere yeni tefsir ve yeni yorumlar getireceği güne kadar varlık bütünüyle manâsız, ruhsuz, birbirinden kopuk ve birbirine yabancı gibiydi; cansızlar âdetâ, abesler resm-i geçidinde birer figür, canlılar “natürel seleksiyon”un dişleri arasında ve her gün başka bir ölüm ağında.. bu kara yalnızlıkta insanlar ise, her an başka bir ayrılıkla inleyen birer yetim, birer mazlum, birer mağdur vaziyetindeydi. O’nun neşrettiği nûr sayesinde birden bire karanlıkların büyüsü bozuldu, şeytanlar bozguna uğradı ve dalâletler gidip gayyâyı boyladı.. eşyanın mahiyeti değişti; tahripler tamire dönüştü, inkırâzlar da onarım hazırlığı şekline girdi.. dünya üzerindeki konup-göçmeler, gelip-gitmeler birer resm-i geçit halini aldı; doğumlar birer toy-düğün, ölümler de birer “şeb-i arûs” oldu.
O’nun ışığı başlarımızı okşamaya başladığı günden itibaren, ruhlarımızda “ebedî yok olma”nın te’siri kırıldı; hicranla çarpan sînelere dost ikliminden vuslat muştuları geldi-ulaştı. Bütün bir insanlık olarak biz hepimiz, O’nun gönüllerimize üflediği hayat sayesinde kendimizi idrak edip eşya ile münâsebete geçebildik.. özümüzdeki cevherleri değerlendirip, benliğimizdeki sonsuzluk buudunu sezebildik. O olmasaydı, ne ruhumuzdaki bu derinlikleri kavrayabilir ne de kabirden geçip sonsuzluğa uzayan bu yolu ve bu yolculuğu bu kadar şirin görebilirdik. Gönüllerimize aşk u heyecan salan O, gözlerimize ışıklar çalan O ve bizleri ebedler ülkesine seyahata hazırlayan da yine O’dur.
O, bu uzun ve sırlı yolculukta bulunduğumuz sâhil itibariyle, bizim için bir kaptan ve rehnümâ, varacağımız âlem itibariyle de bir mihmandâr ve şefaatçı ise, bizim de O’na karşı bir kısım sorumluluklarımız vardır ve bu mevzûda lâkayd kalmamız da mümkün değildir. Ama, ne gariptir ki, bizler asırlardan beri bu ışık insan ve O’nun nurlu mesajına karşı hep lâkayd kalmışızdır.. lâkayd kalmak bir yana çok defa saygısız davranmışızdır…
Vâkıâ, dar bir dairede ve belli ölçüler içinde, merasim türünden bir mevlit, birkaç paket şeker ve birkaç şişe güllâpla.. bazen de birkaç ses sanatkârı ve birkaç ilâhîci ile velâdeti tes’îd etmeye, O’nunla irtibatımızı ortaya koymaya çalışmışızdır; ama, bunlar kat’iyyen O’nun büyüklüğüyle orantılı olmamıştır; orantılı olmak şöyle dursun, O’nun kapıkullarına gösterilen saygı ve ihtiram seviyesine bile ulaşılamamıştır. Hele Hz. Mesih’in doğum günü veya şöyle-böyle O’nunla alâkalı gösterilen noel, paskalya ve daha başka yortu ve karnavallar seviyesinde bir neş’e ve cûşişin yaşanması kat’iyyen söz konusu olmamıştır…
Bu mevzûda yapılması teklif edilen şeylerin “ef’âl-i mükellefîn” arasında yeri olmadığı muhakkak; kimse de böyle bir iddiada bulunamaz. Ancak, acaba bu Kutlu Doğum’u O’nun nûrefşan mesajı adına daha derince, daha içten ve daha ciddî olarak değerlendiremez miyiz?
Hz. İsa ile alâkalı günler, halkı hıristiyan olsun-olmasın, hemen her ülkede âdetâ neş’e, sevinç kıyametleriyle kutlanır; haftalarca, hatta aylarca her mahfilde sözler, muhâvereler hep o istikâmette cereyan eder.. her tarafa O’nun adına tebrikler, hediyeler yağar.. hediye ve tebrik teâtisi, o günlerde postanelerin biricik işi hâline gelir. Telefonlar, sürekli O’nun namına zil çalar, âhizeler O’nun nâmına konar-kalkar.. dörtbir yan kandillerle süslenir; çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar.. evler bir arı kovanı gibi, O’na ait duygularla uğuldar, mabetler O’na ait neşîdelerle inler.. ve her gece, âdetâ şehrâyinler gibi büyüleyici ve başdöndürücü olarak geçer.
Gerçi, bu karmakarışık karnavallarda çoğu kimse ne yaptığını bilemez ve neden, çoğu maskaralık olan bu işlerin içine girdiğini fark edemez. Ama, yine de o günleri her saat ve her dakikası ile dinî bir vecd içinde ve ne yaptığının şuurunda olan bir sürü insan vardır.
Ne olursa olsun Hz. Mesîh’e ait gün ve geceler o kadar insanlığa mâl olmuştur ki, bilerek-bilmeyerek herkes kendini o acayip törenler içinde bulur; ibadet, eğlence veya maskaralık, hıristiyanlarla aynı duyguları paylaşır, aynı hislerle yatar-kalkar.. hatta çam, çınar devirir, hindi parçalar, şampanya patlatır ve kör-kütük sarhoş olup sokaklara dökülür…
Mübeccel velâdetin böyle eğlenceli, cümbüşlü kutlanmasını ve mübârek İslâm Dini’nin de bir karnavala çevrilmesini ne biz ne de başkası arzu etmez.. zaten bunu yapmaya da kimsenin gücü yetmez. Ancak, yalancı ve riyakâr bir dünyanın, koskocaman insanlık âlemini nasıl bir iğfal ağına aldığını gördükçe, “neden acaba İslâm Dünyası, aynı zamanda kendi velâdeti de sayılan Rebî’ul-evveli, Rebî’ul-evvelle gelen “Nevrûz-ı Sultanîyi” ve o günle gelen insanlığın kurtuluşunu aynı heyecan, aynı cûşiş içinde tes’îd etmez” diye hayıflanıyor ve kendi kendimizi sorguluyoruz.
Yukarıda serd edilen mülâhazalardan, Seyyidina Hz. Mesîh ve arkasındakileri tezyîf manâsı da çıkarılmamalıdır. Biz Müslümanların Hz. İsa’ya karşı saygımız sonsuz olduğu gibi, O’nun getirdiği mesajın, bugünkü batı medeniyetinin önemli bir rüknü olduğunda da şüphemiz yoktur. Evet, tarihçilerin ve medeniyet felsefecilerinin de ifade ettikleri gibi, eğer Hz. İsa ve O’nun getirdiği ruh ve manâ olmasaydı, batı medeniyeti hiçbir zaman vücud bulamazdı; zira onun bir esası Grek düşüncesi (Matematik düşünce) diğer bir esası Roma hukuku olduğu gibi, önemli bir rüknü de gerçek manâsıyla hristiyan dinidir. Şu hususu da önemle kaydetmek icab eder ki, eğer insanlığın medâr-ı fahri Hz. Muhammed (sav) ve O’nun nurlu mesajı olmasaydı, İslâm Medeniyeti olmazdı.. İslâm medeniyeti olmayınca da batı “uygarlığı” doğmazdı.
Evet, eğer İslâm, o yumuşak, o müsamahakâr, o sımsıcak, o ilme açık ve tefekkürü ödüllendiren semâvî renkleri ile batı yamaçlarında tüllenmeseydi.. ve eğer onuncu asırdan itibaren İslâm âlimleri ve bu arada Türk düşünürleri, greko-latin kültürünü Avrupa’ya taşıyıp, Avrupalıya tanıtmasalardı, batı hâlâ orta çağları yaşıyor olacaktı. Zaten, matematik, fizik, kimya, astronomi, hendese ve tababet gibi ilim dallarının doğulu ve İslâm alaşımlı olduğunda kimsenin şüphesi yok. Bizim dünyamızda medeniyet adına her şeyi batılı görmeye kendini şartlandırmış bir kısım müstağripler kabul etmeseler de, batı medeniyeti, hali hazırdaki yerini alabilmesi ve modern şekliyle var olabilmesi için, Hz. Mesih’ten sonra tam altı asır daha bekleme mecburiyetindeydi.. bekledi, İslâm’la karşılaştı.. bu karşılaşmayı tam değerlendirdi veya değerlendiremedi, o ayrı mes’ele; ama ondan mutlaka müteessir oldu, çok yararlandı ve geleceğini onun ışığında dizayn etti.
Evet, batı, İslâm medeniyetine esas teşkil edecek olan prensipleri benimsemese bile ondan aldığı, alıp değerlendirdiği ve bu arada İslâm’ın ona tedayi ettirdiği pek çok şey vardır.. ve bunlar yeni batı kafası ve yeni batı düşüncesinin teşekkülünde, tahminler üstü te’sir icra etmişlerdi…
Bu itibarla diyebiliriz ki:
“Dünya neye mâlikse O’nun vergisidir hep,Medyûn O’na cemiyeti, medyûn O’na ferdi;Medyûndur O masuma bütün bir beşeriyet,Yâ Rab, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret!”M. Akif
Asırlar var ki, topyekûn insanlığın medyûn bulunduğu bu Zât’ı, kendi kâmet-i kıymetine uygun bir velâdet günü, velâdet haftası, velâdet ayı, ile tes’îd edemedik.. tes’îd etmek bir yana, O’nun kapı kullarına gösterilen alâka ölçüsünde O’na karşı tazimde bulunamadık. Aylar, yıllar ve asırlar boyu O’nun için şehrâyinler tertip edilse, her gece O’nun için yüzlerce, binlerce neşîdeler söylense, yine O’nun hakkı ödenemez ve O’nun için bir şeyler yapıldığı söylenemez. Ne var ki, “Sultan’a sultanlık, gedâya da gedâlık yaraşır” düşüncesinden hareketle, “hiçbir şey yapmamaktansa, az dahi olsa mümkün olanı yapmak daha iyidir” diyor ve “Ebedî Risalet Sempozyumu” gibi konferansların her sene ayrı bir ülkede icra edilmesini.. ve belli bir zaman diliminin bu işe tahsisini.. ve mümkünse önümüzdeki yılın -tabiî O’nun dünyasında, sadece O’na bir yıl tahsis etmenin ne denli bir cimrilik ve vefasızlık olduğunu ruhlarımızda duymanın ezikliği, ârı ve hicabıyla- “Hz. Muhammed (sav) Yılı” olarak ilânını teklif ediyoruz.
kaynak:M. Fethullah Gülen, Sızıntı, Ekim 1991, Cilt 13, Sayı 153
Allahim, Efendimiz Hz. Muhammed SAV)'e ve Onun aline, salat et, ki o salat ile bizi butun korkulardan ve afetlerden koru, onunla butun ihtiycimizi gier, bizi butun gunahlardan temizle, onunla bizi katinda en yuce derecelere cikar ve hayatta ve olumden sonra butun hayirlar adina en ileri hedeflere bizi ulastir. Ain, ey Dualara Icabet Eden Allahim, Hamd alemlerin Rabbi Alla'a mahsustur....
Ey gözlerin göremediği, zihinlerin, zan ve bakışların ihata edemediği Allahım!
Ehl-i imana düşmanlık yapanların şerlerine karşı bizleri Senin o zarar verilemeyen, ulaşılamayan himayene dahil etmeni diliyoruz…
Ey merhametlilerin en merhametlisi, düzenbazların entrikalarından bizi koru; kâfirlerin küstahlıklarını, facirlerin komplolarını ve münafıkların saldırılarını başımızdan defet.
Ey her şeye yeten, koruması hiçbir himayeyle kıyaslanamayan, bütün ihtiyaçları gideren Rabbimiz, dünya ve ahiret ihtiyaçlarımızı karşıla ve her türlü sıkıntıdan bizleri halâs eyle, tasa ve kederden kurtararak gönlümüze inşirah ver. Ey merhametlilerin en merhametlisi, ey celal ve ikram sahibi!..
Dua mecmuasindan alintidir...
M. Fethullah Gülen, Sızıntı, Ekim 1991, Cilt 13, Sayı 153İnsanlığın iftihar Tablosu’nun doğumu, topyekûn insanlığın da yeniden doğumu sayılır. O’nun dünyayı şereflendireceği güne kadar akın karadan, gecenin gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu; dünya âdetâ umumî bir mâtemhâne, varlık da tıpkı bir kaostu.. O’nun eşyanın yüzüne çaldığı nur sayesinde, zulmet ziyâdan ayrıldı, geceler gündüze kalboldu; kâinat kelime kelime; cümle cümle, fasıl fasıl okunur bir kitap haline geldi.. ve her şey âdetâ yeniden dirildi ve gerçek değerini buldu.
Evet, O’nun yeryüzünü şereflendirmesi; kâinat çapında bir vak’a ve yer-gök adına en büyük bir hâdise olduğu gibi, aynı zamanda insanlığın da yeniden dirilişi sayılır. O, elindeki, cihanları aydınlatan, o nûrefşân mesajıyla, dünyayı yeniden göklere göre tanzim edeceği, varlığın perde arkası hakikatlarına tercüman olacağı, eşya ve hâdiselere yeni tefsir ve yeni yorumlar getireceği güne kadar varlık bütünüyle manâsız, ruhsuz, birbirinden kopuk ve birbirine yabancı gibiydi; cansızlar âdetâ, abesler resm-i geçidinde birer figür, canlılar “natürel seleksiyon”un dişleri arasında ve her gün başka bir ölüm ağında.. bu kara yalnızlıkta insanlar ise, her an başka bir ayrılıkla inleyen birer yetim, birer mazlum, birer mağdur vaziyetindeydi. O’nun neşrettiği nûr sayesinde birden bire karanlıkların büyüsü bozuldu, şeytanlar bozguna uğradı ve dalâletler gidip gayyâyı boyladı.. eşyanın mahiyeti değişti; tahripler tamire dönüştü, inkırâzlar da onarım hazırlığı şekline girdi.. dünya üzerindeki konup-göçmeler, gelip-gitmeler birer resm-i geçit halini aldı; doğumlar birer toy-düğün, ölümler de birer “şeb-i arûs” oldu.
O’nun ışığı başlarımızı okşamaya başladığı günden itibaren, ruhlarımızda “ebedî yok olma”nın te’siri kırıldı; hicranla çarpan sînelere dost ikliminden vuslat muştuları geldi-ulaştı. Bütün bir insanlık olarak biz hepimiz, O’nun gönüllerimize üflediği hayat sayesinde kendimizi idrak edip eşya ile münâsebete geçebildik.. özümüzdeki cevherleri değerlendirip, benliğimizdeki sonsuzluk buudunu sezebildik. O olmasaydı, ne ruhumuzdaki bu derinlikleri kavrayabilir ne de kabirden geçip sonsuzluğa uzayan bu yolu ve bu yolculuğu bu kadar şirin görebilirdik. Gönüllerimize aşk u heyecan salan O, gözlerimize ışıklar çalan O ve bizleri ebedler ülkesine seyahata hazırlayan da yine O’dur.
O, bu uzun ve sırlı yolculukta bulunduğumuz sâhil itibariyle, bizim için bir kaptan ve rehnümâ, varacağımız âlem itibariyle de bir mihmandâr ve şefaatçı ise, bizim de O’na karşı bir kısım sorumluluklarımız vardır ve bu mevzûda lâkayd kalmamız da mümkün değildir. Ama, ne gariptir ki, bizler asırlardan beri bu ışık insan ve O’nun nurlu mesajına karşı hep lâkayd kalmışızdır.. lâkayd kalmak bir yana çok defa saygısız davranmışızdır…
Vâkıâ, dar bir dairede ve belli ölçüler içinde, merasim türünden bir mevlit, birkaç paket şeker ve birkaç şişe güllâpla.. bazen de birkaç ses sanatkârı ve birkaç ilâhîci ile velâdeti tes’îd etmeye, O’nunla irtibatımızı ortaya koymaya çalışmışızdır; ama, bunlar kat’iyyen O’nun büyüklüğüyle orantılı olmamıştır; orantılı olmak şöyle dursun, O’nun kapıkullarına gösterilen saygı ve ihtiram seviyesine bile ulaşılamamıştır. Hele Hz. Mesih’in doğum günü veya şöyle-böyle O’nunla alâkalı gösterilen noel, paskalya ve daha başka yortu ve karnavallar seviyesinde bir neş’e ve cûşişin yaşanması kat’iyyen söz konusu olmamıştır…
Bu mevzûda yapılması teklif edilen şeylerin “ef’âl-i mükellefîn” arasında yeri olmadığı muhakkak; kimse de böyle bir iddiada bulunamaz. Ancak, acaba bu Kutlu Doğum’u O’nun nûrefşan mesajı adına daha derince, daha içten ve daha ciddî olarak değerlendiremez miyiz?
Hz. İsa ile alâkalı günler, halkı hıristiyan olsun-olmasın, hemen her ülkede âdetâ neş’e, sevinç kıyametleriyle kutlanır; haftalarca, hatta aylarca her mahfilde sözler, muhâvereler hep o istikâmette cereyan eder.. her tarafa O’nun adına tebrikler, hediyeler yağar.. hediye ve tebrik teâtisi, o günlerde postanelerin biricik işi hâline gelir. Telefonlar, sürekli O’nun namına zil çalar, âhizeler O’nun nâmına konar-kalkar.. dörtbir yan kandillerle süslenir; çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar.. evler bir arı kovanı gibi, O’na ait duygularla uğuldar, mabetler O’na ait neşîdelerle inler.. ve her gece, âdetâ şehrâyinler gibi büyüleyici ve başdöndürücü olarak geçer.
Gerçi, bu karmakarışık karnavallarda çoğu kimse ne yaptığını bilemez ve neden, çoğu maskaralık olan bu işlerin içine girdiğini fark edemez. Ama, yine de o günleri her saat ve her dakikası ile dinî bir vecd içinde ve ne yaptığının şuurunda olan bir sürü insan vardır.
Ne olursa olsun Hz. Mesîh’e ait gün ve geceler o kadar insanlığa mâl olmuştur ki, bilerek-bilmeyerek herkes kendini o acayip törenler içinde bulur; ibadet, eğlence veya maskaralık, hıristiyanlarla aynı duyguları paylaşır, aynı hislerle yatar-kalkar.. hatta çam, çınar devirir, hindi parçalar, şampanya patlatır ve kör-kütük sarhoş olup sokaklara dökülür…
Mübeccel velâdetin böyle eğlenceli, cümbüşlü kutlanmasını ve mübârek İslâm Dini’nin de bir karnavala çevrilmesini ne biz ne de başkası arzu etmez.. zaten bunu yapmaya da kimsenin gücü yetmez. Ancak, yalancı ve riyakâr bir dünyanın, koskocaman insanlık âlemini nasıl bir iğfal ağına aldığını gördükçe, “neden acaba İslâm Dünyası, aynı zamanda kendi velâdeti de sayılan Rebî’ul-evveli, Rebî’ul-evvelle gelen “Nevrûz-ı Sultanîyi” ve o günle gelen insanlığın kurtuluşunu aynı heyecan, aynı cûşiş içinde tes’îd etmez” diye hayıflanıyor ve kendi kendimizi sorguluyoruz.
Yukarıda serd edilen mülâhazalardan, Seyyidina Hz. Mesîh ve arkasındakileri tezyîf manâsı da çıkarılmamalıdır. Biz Müslümanların Hz. İsa’ya karşı saygımız sonsuz olduğu gibi, O’nun getirdiği mesajın, bugünkü batı medeniyetinin önemli bir rüknü olduğunda da şüphemiz yoktur. Evet, tarihçilerin ve medeniyet felsefecilerinin de ifade ettikleri gibi, eğer Hz. İsa ve O’nun getirdiği ruh ve manâ olmasaydı, batı medeniyeti hiçbir zaman vücud bulamazdı; zira onun bir esası Grek düşüncesi (Matematik düşünce) diğer bir esası Roma hukuku olduğu gibi, önemli bir rüknü de gerçek manâsıyla hristiyan dinidir. Şu hususu da önemle kaydetmek icab eder ki, eğer insanlığın medâr-ı fahri Hz. Muhammed (sav) ve O’nun nurlu mesajı olmasaydı, İslâm Medeniyeti olmazdı.. İslâm medeniyeti olmayınca da batı “uygarlığı” doğmazdı.
Evet, eğer İslâm, o yumuşak, o müsamahakâr, o sımsıcak, o ilme açık ve tefekkürü ödüllendiren semâvî renkleri ile batı yamaçlarında tüllenmeseydi.. ve eğer onuncu asırdan itibaren İslâm âlimleri ve bu arada Türk düşünürleri, greko-latin kültürünü Avrupa’ya taşıyıp, Avrupalıya tanıtmasalardı, batı hâlâ orta çağları yaşıyor olacaktı. Zaten, matematik, fizik, kimya, astronomi, hendese ve tababet gibi ilim dallarının doğulu ve İslâm alaşımlı olduğunda kimsenin şüphesi yok. Bizim dünyamızda medeniyet adına her şeyi batılı görmeye kendini şartlandırmış bir kısım müstağripler kabul etmeseler de, batı medeniyeti, hali hazırdaki yerini alabilmesi ve modern şekliyle var olabilmesi için, Hz. Mesih’ten sonra tam altı asır daha bekleme mecburiyetindeydi.. bekledi, İslâm’la karşılaştı.. bu karşılaşmayı tam değerlendirdi veya değerlendiremedi, o ayrı mes’ele; ama ondan mutlaka müteessir oldu, çok yararlandı ve geleceğini onun ışığında dizayn etti.
Evet, batı, İslâm medeniyetine esas teşkil edecek olan prensipleri benimsemese bile ondan aldığı, alıp değerlendirdiği ve bu arada İslâm’ın ona tedayi ettirdiği pek çok şey vardır.. ve bunlar yeni batı kafası ve yeni batı düşüncesinin teşekkülünde, tahminler üstü te’sir icra etmişlerdi…
Bu itibarla diyebiliriz ki:
“Dünya neye mâlikse O’nun vergisidir hep,Medyûn O’na cemiyeti, medyûn O’na ferdi;Medyûndur O masuma bütün bir beşeriyet,Yâ Rab, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret!”M. Akif
Asırlar var ki, topyekûn insanlığın medyûn bulunduğu bu Zât’ı, kendi kâmet-i kıymetine uygun bir velâdet günü, velâdet haftası, velâdet ayı, ile tes’îd edemedik.. tes’îd etmek bir yana, O’nun kapı kullarına gösterilen alâka ölçüsünde O’na karşı tazimde bulunamadık. Aylar, yıllar ve asırlar boyu O’nun için şehrâyinler tertip edilse, her gece O’nun için yüzlerce, binlerce neşîdeler söylense, yine O’nun hakkı ödenemez ve O’nun için bir şeyler yapıldığı söylenemez. Ne var ki, “Sultan’a sultanlık, gedâya da gedâlık yaraşır” düşüncesinden hareketle, “hiçbir şey yapmamaktansa, az dahi olsa mümkün olanı yapmak daha iyidir” diyor ve “Ebedî Risalet Sempozyumu” gibi konferansların her sene ayrı bir ülkede icra edilmesini.. ve belli bir zaman diliminin bu işe tahsisini.. ve mümkünse önümüzdeki yılın -tabiî O’nun dünyasında, sadece O’na bir yıl tahsis etmenin ne denli bir cimrilik ve vefasızlık olduğunu ruhlarımızda duymanın ezikliği, ârı ve hicabıyla- “Hz. Muhammed (sav) Yılı” olarak ilânını teklif ediyoruz.
kaynak:M. Fethullah Gülen, Sızıntı, Ekim 1991, Cilt 13, Sayı 153
Allahim, Efendimiz Hz. Muhammed SAV)'e ve Onun aline, salat et, ki o salat ile bizi butun korkulardan ve afetlerden koru, onunla butun ihtiycimizi gier, bizi butun gunahlardan temizle, onunla bizi katinda en yuce derecelere cikar ve hayatta ve olumden sonra butun hayirlar adina en ileri hedeflere bizi ulastir. Ain, ey Dualara Icabet Eden Allahim, Hamd alemlerin Rabbi Alla'a mahsustur....
Ey gözlerin göremediği, zihinlerin, zan ve bakışların ihata edemediği Allahım!
Ehl-i imana düşmanlık yapanların şerlerine karşı bizleri Senin o zarar verilemeyen, ulaşılamayan himayene dahil etmeni diliyoruz…
Ey merhametlilerin en merhametlisi, düzenbazların entrikalarından bizi koru; kâfirlerin küstahlıklarını, facirlerin komplolarını ve münafıkların saldırılarını başımızdan defet.
Ey her şeye yeten, koruması hiçbir himayeyle kıyaslanamayan, bütün ihtiyaçları gideren Rabbimiz, dünya ve ahiret ihtiyaçlarımızı karşıla ve her türlü sıkıntıdan bizleri halâs eyle, tasa ve kederden kurtararak gönlümüze inşirah ver. Ey merhametlilerin en merhametlisi, ey celal ve ikram sahibi!..
Dua mecmuasindan alintidir...
Tuesday, March 27, 2007
lutfen okuyun!!
***Gecen gun canim arkadasim bu sayfanin linki gondermis okumam icin, unumayayim diye bir de burada post olarak geceyim, hemde okumayanlarla paylasayim istedim...
ŞEYTANIN HİLELERİ
ŞECERET'ÜL KEVN Muhyiddin-i Arabi
İbn-i Abbas (r.a) Hz.' inden naklen Muaz b, Cebel rivayet ediyor : —Bir gün Resullullah (s.a) ile beraberdik. Ansardan birinin evinde toplanmıştık.. Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi : —Ev sahibi..... içerdekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Bunun üzerine , herkes Resullullah (s.a)efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orda ve her zaman büyük oydu... İzin ondan çıkacaktı. Resullullah (s.a) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve : — <<>> Buyurdu.... Biz hep birden şöyle dedik : — En iyi bilen ALLAH ve Resuludur. Bunun üzerine Resullullah (s.a) Efendimiz : — <<>> Buyurunca; hemen Hz. Ömer : — Ya Resullullah , bana izin veriniz onu öldüreyim. Dedi.... Resullullah (s.a) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu: — <<>> Sonra şöyle buyurdu: —<> * * *
Bundan sonrasını yani Ravi' den dinleyelim ; Kapıyı ona açtılar. İçeri girdi ve bize göründü. Birde baktık ki, şekli şu : Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu. Sonra, şöyle bir selam verdi ; Selam ya Muhammed ; selam size ey cemaat-i müslimin. Onun bu selamına Resullullah (s.a) Efendimiz şu mukabelede bulundu ; <<>> Sonra şöyle buyurdu : <<>> Şeytan şöyle anlattı ; Benim buraya gelişim kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim. Resullullah (s.a) Efendimiz sordu ; <<>> Şeytan anlattı ; İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki ; Allah-ü Taâlâ sana emir veriyor : Muhammed 'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin. Sonra ... Allah-ü Taâlâ buyurdu ki : "Söylediklerine bir yalan katarsan , doğruyu sölemezsen .... seni kül ederim ; rüzgara savurur ... Düşmanlarının önünde , seni rüsvay ederim." İşte ... böyle ; ya Muhammed , o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor . Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem ;düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki , düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.
Bundan sona Resullullah (s.a.) Efendimiz şöyle sordu : — <<>> Şeytan şu cevabı verdi : Sensin ya Muhammed. Allah' ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra senin gibi kim olabilirki? Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu : <<>> Şeytan anlattı : Müttaki bir gence ki ... varlığını Allah yoluna vermiştir. Bundan sonra , sual cevap aşğıdaki şekilde devam etti. Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu ; şeytan anlattı : <<>> Kendisini sabırlı bildiğim , şüpheli işlerden sakınan alimi ... <<>> Temizlik işinde ... yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı adet eden kimseyi. <<>> Sabırlı olan bir fakiri ki ; ihtiyacını kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez. <<>> — Ya Muhammed , ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı , onun sabrını ; halinden , tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım. <<>> Şükreden zengin. <<>> — Onu görürsem ki , aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki : şükreden bir zengindir.
Resullullah (s.a.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu : <<>> Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar . Titrerim. <<>> Çünkü bir kul , Allah için secde edince bir derece yükselir. <<>> O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar. <<>> O zaman da çıldırırım. <<>> O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm. <<>> — Ha, işte.. o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren , bir testere alır eline , ve beni ikiye böler. Resullullah (s.a.) Efendimiz sebebini sordu : <<>> Bunun üzerine iblis : Onu da anlatayım .. Dedikten sonra anlatmaya başladı : Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki ; 1 - Allah-ü Teala, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler. 2 - O , sadaka veren kimseyi halkına sevdirir. 3 - Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı , cehennemle arasında bir perde yapar. 4 - Allah-ü Teala, belayı sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.
Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz ashabı hakkında bazı sorular sordu : <<>> İblis ise şu cevabı verdi : O bana cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam'a girdikten sonra nasıl bana itaat eder ? <<>> İblis ona da şu cevabı verdi : Allah'a yemin ederim ki ; her gördüğüm yerde ondan kaçarım. <<>> Ondan utanırım ... hem de çok ... Nasıl ki , Rahman' ın melekleri de ondan utanırlar..., <<>> İblis onun için de şöyle dedi : — Ah onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa ; ben kendi başıma kalsam... O beni bıraksa.... ben de onu bıraksam .. Ben onu bırakırım ; ama o beni bırakmaz. Resullullah (s.a.) Efendimiz , yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar kısmen bittikten sonra , şöyle buyurdu : << Ümmetime saadet ihsan eden ; seni taa, belli bir vakte kadar şeki kılan Allah'a hamd olsun. >> Resullullah (s.a.) Efendimiz ' in o cümlesini duyan lain iblis şöyle dedi : — Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede ? Ben , o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın ?.. Ben , onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar , benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaradan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki: Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini ... Ümmilerini ve okumuşlarını ... Facirlerini ve abidlerini ... Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat , Allah'ın halis kullarını ... Evet, bunları azdıramam. Bunun üzerine Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu : <<>> Bu suale İblis şu cevabı verdi : —Bilmez misin ? ya Muhammed , bir kimse ki , dirhemini ve dinarını sever ... O Allah için bir ihlasa sahip değildir. Bir kimseyi görürsem ki ; dirhemini dinarını sevmez ; övülmekten, medhedilmekten hoşlanmaz.. bilirim ki o : ihlâs sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul malı ve övülmeyi sevdiği süre , kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet , o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki : mal sevgisi , büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki ya Muhammed , baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır. İblis anlatmaya devam etti : —Ya Muhammed , bilmez misin ? ... Benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra ... o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım.Bir kısmını da , meşayihe saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince , aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince ... onlarla da , bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin. Onlar bunların yanına girer.; halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne ... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki ;başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye... İşte ... böylece , onlardan ihlası alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar gayrı .. Ama , bu hallerin farkında olmazlar.
İblis, bundan sonra , aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi : — Bilmez misin ; ya Muhammed, Rahip Borsisa : tam yetmiş yıl ihlas ile Allah ' a ibadet etti. Bu ibadetleri sonucunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki ; Her dua ettiği hasta , duası ve bereketi ile şifayap oluyordu. Onun peşine takıldım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki ; Allah-ü Teala aziz kitabında , ona şöyle anlatır : << .... Şeytan hali gibidir ki ; o insana : – Kafir ol .. Dedi. Vaktaki o kafir oldu. : bu defa ona şöyle dedi : Ben senden uzağım . . Ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım .>> (59/16)
İblis bundan sonra bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı..
YALAN
— Bilmez misin ya Muhammed , yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse ... o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse ... o da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed , ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim. <> (7/16) Dedim... Bunu yaparım : çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.
GIYBET - KOĞUCULUK
— Gıybet ve koğuculuğa gelince .... Onlarda benim meyvelerimdir ve şenliğimdir.
NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK
— Her kim talak üzerine yemin ederse ... günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun .. İsterse doğru şey üzerine olsun. Her kim talakı ağzına alırsa .. taaa.. hakikati belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer.
NAMAZ
— Ya Muhammed , namazı an be an tehir edilince ... onu da anlatayım. O her ne zaman ki , namaza kalkamak ster; tutarım .
Ona vesvese veririm. Derim ki : " henüz vakti var. Sende meşgulsün. Hele şimdilik işine bak . sonra kılarsın." Böylece o : Vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. Şayet o kimse beni mağlup ederse .. ona insan şeytanlarından birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar.
O, bunda da beni mağlup ederse .. bu sefer onun hesabını namazında görmeye bakarım. O namazın içinde iken ; sağa bak .. sola bak... Derim... O da bakar ... O ki böyle yaptı... Yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona : Sen ebedi yaramaz bi iş yaptın. Derim ve böylece onun huzurunu bozarım. Sende bilirsin ki ya Muahammed , her kim namazda , sağa ve sola çokça bakarsa , Allah onun namazını kabul etmez.
Bunda da ona mağlup olursam . Yalnız başına namaz kıldığında yanına giderim. Ve ona ; çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da , başlar ; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun , gagası ile yerden bişeyler topladığı gibi.
Bu işi yaptırmakta da ona başarı kazanamazsam bu sefer , cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeden ve rükü'dan kaldırırım. İmamdan evvel de secde ve rüku yaptırırım. İşte o böyle yaptığı için , kıyamet günü , Allah onun başını eşek başına çevirir.
O kimse bunda da beni yener ise .. Bu defa , ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o beni tesbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.
Bunda da mağlup olursam , bu sefer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince , o esnemeye başlar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa .. onun içine küçük bir şeytan girer , dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İşte.. Bundan sonra o kimse , hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar.
Şeytan bundan sonra konuşmasına devam etti : — Sen ümmetin hangi saadetinten ferah duyarsın ki ? Ben onlara ne tuzaklar kurarım... ne tuzaklar. Miskinlerine , çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve onlara derim ki : Namaz size göre değil.. O, Allah'ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir. Sonra hastalara giderim : —" Namaz kılmayı bırak " derim çünkü Allah-ü Teala : <<>> (24/61) buyurdu. İyi olduğun zaman kılarsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hatta küfre de gidebilir. Şayet o, hastalığında namazı terkederek ölüp giderse, Allah'ın huzuruna çıkarken, Allah-ü Teala'yı öfkeli bulur. Sonra şöyle dedi : — Ya Muhammed , eğer bu sözlerime yalan kattımsa , beni akrep soksun. Sonra.... Eğer yalan varsa .. Allah 'tan dile beni kül eylesin. *** İblis bundan sonra konuşmalarına devam etti ve şöyle dedi : — Ya Muhammed , sen ümmetin için ferah mı duyuyorsun ? Halbuki ben onların altı da birini dininden çıkardım.
Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz ona , yani İblis'e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi :
<<>> Faiz yiyen.
<<>> Zina eden.
<<>> Sarhoş
<<>> Hırsız.
<<>> Sihirbazlar.
<<>> Karı boşamak.
<<>> Cuma namazını bırakanlar.
Resullullah (s.a.) Efendimiz bu defa başka bi mevzua geçti ve şöyle sordu :
<<>> Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi.
<<>> Tevbe edenlerin tevbesi.
<<>> Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol istiğfar.
<<>> Gizli sadaka.
<<>> Gece namazı.
<<>> Çokça kılınan cemaatle namaz.
Resullullah (s.a.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu :
<<>> Namazını bilerek kasden bırakanlar.
<<>> Cimriler
<<>> Ulema meclisleri
<<>> Sol elimle parmaklarımın ucu ile.
<<>> İnsanların tırnaklarının arasında.
Resullullah (s.a.) Efendimiz bundan sonra , bir başka bir mevzuu sordu. İblis de cevap verdi . <<>> On şey talep ettim. <<>> Şunlardır : 1. Allah'tan diledim ki, beni ademoğullarının malına ve evladına ortak ede. Bu ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu : <<>> (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.
Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim , faiz ve haram karışan yemeklerden yerim. Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım.
Cinsi münasebet anında ; Allah'a şeytandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o her birleşmeden hasıl olan çocuk , bize itaat eder. Sözümüzü dinler.
Her kim hayvana binerken , helal yola gitmeyi değil de , aksini isteyerek binerse , bende onunla beraber binerim. Yol arkadaşı ve binek arkadaşı olurum. Bu da Ayet-İ Kerime ile sabittir. <<>> (17/64)
2. Allah-ü Teala'dan diledim ki : Bana bir ev vere .. Bu dilediğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi. 3 .Diledim ki bana bir mescid vere. Pazar yerlerini bana mescid yaptı. 4. Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı olarak verdi. 5. İstedim ki ; bir ezan vere , Mezmurları verdi. 6. Diledim ki ; bana bir yatak arkadaşı vere.. Sarhoşları verdi. 7. Diledim ki ; bana yardımcılar vere ... Bunun içinde kaderiye mensuplarını verdi. 8. İstedim ki ; bana kardeşler vere .. Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlarda şu Ayet-i Kerime ile sabittir : <<>> (17/27)
Bir ara Resullullah (s.a.) Efendimiz şöyle buyurdu : <<>> Bundan sonra İblis devam etti : 1.Ya Muhammed , Allah'tan diledim ki ; ademoğullarını ben göreyim ; ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi. 2.Diledim ki ; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa ; Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim. Gezerim. Hem nasıl istersem. Bütün bu isteklerimi verdi . " Hepsi sana verildi .. Buyurdu. " Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra şunu da ekleyeyim ki ; benimle beraber olanlar , seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte .. Böylece kıyamete kadar , ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar. Bundan sonrasını İblis şöyle anlattı :
Benim bir oğlum vardır. Adı : ATEME 'dir. Bir kul , yatsı namazını kılmadan uyursa .. gider ; onun kulağına bevleder. Eğer böyle olmasaydı ; imkan yok , insanlar namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.
Benim bir oğlum daha vardır ki ; onun adı da MÜTEKAZİ 'dir. Bunun vazifesi de ; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Mesela bir kul , gizli bir taat işlerse .. ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa MÜTEKAZİ onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur. Böylece ; Allah-ü Teala onun yüz sevabından doksan dokuzunu imha eder. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.
Sonra .. Benim bir oğlum daha vardır . Onun adı da KÜHAYL dir. Bunun işi de , insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa , ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi , uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitmezler. Böylece hiç sevap alamazlar.
Bundan sonra İblis şöyle anlattı :
— Hangi kadın olursa olsun .. Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve onu , bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela : Elini kolunu dışarı çıkar ; göster. Der .. o da , bu emri tutar. Elini , kolunu açar, gösterir. Bundan sonra , o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.
İblis bundan sonra ; Resullullah (s.a.) Efendimiz ' e kendi durumunu anlatmaya başladı : —Ya Muhammed bir insanı delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur. Ben ancak vesvese veririm. Ve bir şeyi güzel gösteririm. O kadar. Eğer delalete sürüklemek elimde olsaydı , yeryüzünde ; <<>> diyen herkesi , oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini delalete düşürürdüm. Nasıl ki senin elinde de , hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın Resulusun. Ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı, yeryüzünde tek kafir bırakmazdın. Sen Allah'ın halkı üzerinde bir hüccetsin. Bende , kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere sebebim. Said olan kimse , taa , ana karnında iken saiddir. Şaki olan da , yine ana karnında iken şakidir. Saadet ehli kılan da Allah , Şekavet ehli kılan da Allah .
Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu. <<>> (11/118-119) <<>> (33/38)
Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz , İblise şöyle buyurdu : << Ya Ebamürre , acaba senin bir tevbe etmen ve Allah' a dönmen mümkün değil mi ? Cennete girmene kefil olurum. Bunun üzerine İblis şöyle dedi : —Ya Resullullah , iş verilen hükme göre oldu. Karar yazan kalemde kurudu. Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Seni peygamberlerin efendisi kılan , cennetin ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan , beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tır. Ve O : bütün eksik sıfatlardan münezzehtir. Ve İblis cümlelerini şöyle tamamladı : İşte bu söylediklerim sana son sözümdür. Ve bütün söylediklerimi de doğru dedim.
Evvel , ahir , zahir, batın , alemlerin Rabbı olan Allah' a hamd olsun. Efendimiz Muhammet Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun ailene de ashabına da ...Amin
kaynak:http://www.islaminesriyat.com/seytan.html
ŞEYTANIN HİLELERİ
ŞECERET'ÜL KEVN Muhyiddin-i Arabi
İbn-i Abbas (r.a) Hz.' inden naklen Muaz b, Cebel rivayet ediyor : —Bir gün Resullullah (s.a) ile beraberdik. Ansardan birinin evinde toplanmıştık.. Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi : —Ev sahibi..... içerdekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Bunun üzerine , herkes Resullullah (s.a)efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orda ve her zaman büyük oydu... İzin ondan çıkacaktı. Resullullah (s.a) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve : — <<>> Buyurdu.... Biz hep birden şöyle dedik : — En iyi bilen ALLAH ve Resuludur. Bunun üzerine Resullullah (s.a) Efendimiz : — <<>> Buyurunca; hemen Hz. Ömer : — Ya Resullullah , bana izin veriniz onu öldüreyim. Dedi.... Resullullah (s.a) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu: — <<>> Sonra şöyle buyurdu: —<
Bundan sonrasını yani Ravi' den dinleyelim ; Kapıyı ona açtılar. İçeri girdi ve bize göründü. Birde baktık ki, şekli şu : Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu. Sonra, şöyle bir selam verdi ; Selam ya Muhammed ; selam size ey cemaat-i müslimin. Onun bu selamına Resullullah (s.a) Efendimiz şu mukabelede bulundu ; <<>> Sonra şöyle buyurdu : <<>> Şeytan şöyle anlattı ; Benim buraya gelişim kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim. Resullullah (s.a) Efendimiz sordu ; <<>> Şeytan anlattı ; İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki ; Allah-ü Taâlâ sana emir veriyor : Muhammed 'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin. Sonra ... Allah-ü Taâlâ buyurdu ki : "Söylediklerine bir yalan katarsan , doğruyu sölemezsen .... seni kül ederim ; rüzgara savurur ... Düşmanlarının önünde , seni rüsvay ederim." İşte ... böyle ; ya Muhammed , o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor . Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem ;düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki , düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.
Bundan sona Resullullah (s.a.) Efendimiz şöyle sordu : — <<>> Şeytan şu cevabı verdi : Sensin ya Muhammed. Allah' ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra senin gibi kim olabilirki? Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu : <<>> Şeytan anlattı : Müttaki bir gence ki ... varlığını Allah yoluna vermiştir. Bundan sonra , sual cevap aşğıdaki şekilde devam etti. Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu ; şeytan anlattı : <<>> Kendisini sabırlı bildiğim , şüpheli işlerden sakınan alimi ... <<>> Temizlik işinde ... yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı adet eden kimseyi. <<>> Sabırlı olan bir fakiri ki ; ihtiyacını kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez. <<>> — Ya Muhammed , ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı , onun sabrını ; halinden , tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım. <<>> Şükreden zengin. <<>> — Onu görürsem ki , aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki : şükreden bir zengindir.
Resullullah (s.a.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu : <<>> Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar . Titrerim. <<>> Çünkü bir kul , Allah için secde edince bir derece yükselir. <<>> O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar. <<>> O zaman da çıldırırım. <<>> O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm. <<>> — Ha, işte.. o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren , bir testere alır eline , ve beni ikiye böler. Resullullah (s.a.) Efendimiz sebebini sordu : <<>> Bunun üzerine iblis : Onu da anlatayım .. Dedikten sonra anlatmaya başladı : Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki ; 1 - Allah-ü Teala, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler. 2 - O , sadaka veren kimseyi halkına sevdirir. 3 - Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı , cehennemle arasında bir perde yapar. 4 - Allah-ü Teala, belayı sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.
Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz ashabı hakkında bazı sorular sordu : <<>> İblis ise şu cevabı verdi : O bana cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam'a girdikten sonra nasıl bana itaat eder ? <<>> İblis ona da şu cevabı verdi : Allah'a yemin ederim ki ; her gördüğüm yerde ondan kaçarım. <<>> Ondan utanırım ... hem de çok ... Nasıl ki , Rahman' ın melekleri de ondan utanırlar..., <<>> İblis onun için de şöyle dedi : — Ah onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa ; ben kendi başıma kalsam... O beni bıraksa.... ben de onu bıraksam .. Ben onu bırakırım ; ama o beni bırakmaz. Resullullah (s.a.) Efendimiz , yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar kısmen bittikten sonra , şöyle buyurdu : << Ümmetime saadet ihsan eden ; seni taa, belli bir vakte kadar şeki kılan Allah'a hamd olsun. >> Resullullah (s.a.) Efendimiz ' in o cümlesini duyan lain iblis şöyle dedi : — Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede ? Ben , o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın ?.. Ben , onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar , benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaradan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki: Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini ... Ümmilerini ve okumuşlarını ... Facirlerini ve abidlerini ... Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat , Allah'ın halis kullarını ... Evet, bunları azdıramam. Bunun üzerine Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu : <<>> Bu suale İblis şu cevabı verdi : —Bilmez misin ? ya Muhammed , bir kimse ki , dirhemini ve dinarını sever ... O Allah için bir ihlasa sahip değildir. Bir kimseyi görürsem ki ; dirhemini dinarını sevmez ; övülmekten, medhedilmekten hoşlanmaz.. bilirim ki o : ihlâs sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul malı ve övülmeyi sevdiği süre , kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet , o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki : mal sevgisi , büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki ya Muhammed , baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır. İblis anlatmaya devam etti : —Ya Muhammed , bilmez misin ? ... Benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra ... o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım.Bir kısmını da , meşayihe saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince , aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince ... onlarla da , bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin. Onlar bunların yanına girer.; halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne ... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki ;başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye... İşte ... böylece , onlardan ihlası alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar gayrı .. Ama , bu hallerin farkında olmazlar.
İblis, bundan sonra , aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi : — Bilmez misin ; ya Muhammed, Rahip Borsisa : tam yetmiş yıl ihlas ile Allah ' a ibadet etti. Bu ibadetleri sonucunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki ; Her dua ettiği hasta , duası ve bereketi ile şifayap oluyordu. Onun peşine takıldım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki ; Allah-ü Teala aziz kitabında , ona şöyle anlatır : << .... Şeytan hali gibidir ki ; o insana : – Kafir ol .. Dedi. Vaktaki o kafir oldu. : bu defa ona şöyle dedi : Ben senden uzağım . . Ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım .>> (59/16)
İblis bundan sonra bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı..
YALAN
— Bilmez misin ya Muhammed , yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse ... o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse ... o da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed , ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim. <
GIYBET - KOĞUCULUK
— Gıybet ve koğuculuğa gelince .... Onlarda benim meyvelerimdir ve şenliğimdir.
NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK
— Her kim talak üzerine yemin ederse ... günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun .. İsterse doğru şey üzerine olsun. Her kim talakı ağzına alırsa .. taaa.. hakikati belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer.
NAMAZ
— Ya Muhammed , namazı an be an tehir edilince ... onu da anlatayım. O her ne zaman ki , namaza kalkamak ster; tutarım .
Ona vesvese veririm. Derim ki : " henüz vakti var. Sende meşgulsün. Hele şimdilik işine bak . sonra kılarsın." Böylece o : Vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. Şayet o kimse beni mağlup ederse .. ona insan şeytanlarından birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar.
O, bunda da beni mağlup ederse .. bu sefer onun hesabını namazında görmeye bakarım. O namazın içinde iken ; sağa bak .. sola bak... Derim... O da bakar ... O ki böyle yaptı... Yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona : Sen ebedi yaramaz bi iş yaptın. Derim ve böylece onun huzurunu bozarım. Sende bilirsin ki ya Muahammed , her kim namazda , sağa ve sola çokça bakarsa , Allah onun namazını kabul etmez.
Bunda da ona mağlup olursam . Yalnız başına namaz kıldığında yanına giderim. Ve ona ; çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da , başlar ; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun , gagası ile yerden bişeyler topladığı gibi.
Bu işi yaptırmakta da ona başarı kazanamazsam bu sefer , cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeden ve rükü'dan kaldırırım. İmamdan evvel de secde ve rüku yaptırırım. İşte o böyle yaptığı için , kıyamet günü , Allah onun başını eşek başına çevirir.
O kimse bunda da beni yener ise .. Bu defa , ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o beni tesbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.
Bunda da mağlup olursam , bu sefer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince , o esnemeye başlar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa .. onun içine küçük bir şeytan girer , dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İşte.. Bundan sonra o kimse , hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar.
Şeytan bundan sonra konuşmasına devam etti : — Sen ümmetin hangi saadetinten ferah duyarsın ki ? Ben onlara ne tuzaklar kurarım... ne tuzaklar. Miskinlerine , çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve onlara derim ki : Namaz size göre değil.. O, Allah'ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir. Sonra hastalara giderim : —" Namaz kılmayı bırak " derim çünkü Allah-ü Teala : <<>> (24/61) buyurdu. İyi olduğun zaman kılarsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hatta küfre de gidebilir. Şayet o, hastalığında namazı terkederek ölüp giderse, Allah'ın huzuruna çıkarken, Allah-ü Teala'yı öfkeli bulur. Sonra şöyle dedi : — Ya Muhammed , eğer bu sözlerime yalan kattımsa , beni akrep soksun. Sonra.... Eğer yalan varsa .. Allah 'tan dile beni kül eylesin. *** İblis bundan sonra konuşmalarına devam etti ve şöyle dedi : — Ya Muhammed , sen ümmetin için ferah mı duyuyorsun ? Halbuki ben onların altı da birini dininden çıkardım.
Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz ona , yani İblis'e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi :
<<>> Faiz yiyen.
<<>> Zina eden.
<<>> Sarhoş
<<>> Hırsız.
<<>> Sihirbazlar.
<<>> Karı boşamak.
<<>> Cuma namazını bırakanlar.
Resullullah (s.a.) Efendimiz bu defa başka bi mevzua geçti ve şöyle sordu :
<<>> Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi.
<<>> Tevbe edenlerin tevbesi.
<<>> Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol istiğfar.
<<>> Gizli sadaka.
<<>> Gece namazı.
<<>> Çokça kılınan cemaatle namaz.
Resullullah (s.a.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu :
<<>> Namazını bilerek kasden bırakanlar.
<<>> Cimriler
<<>> Ulema meclisleri
<<>> Sol elimle parmaklarımın ucu ile.
<<>> İnsanların tırnaklarının arasında.
Resullullah (s.a.) Efendimiz bundan sonra , bir başka bir mevzuu sordu. İblis de cevap verdi . <<>> On şey talep ettim. <<>> Şunlardır : 1. Allah'tan diledim ki, beni ademoğullarının malına ve evladına ortak ede. Bu ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu : <<>> (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.
Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim , faiz ve haram karışan yemeklerden yerim. Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım.
Cinsi münasebet anında ; Allah'a şeytandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o her birleşmeden hasıl olan çocuk , bize itaat eder. Sözümüzü dinler.
Her kim hayvana binerken , helal yola gitmeyi değil de , aksini isteyerek binerse , bende onunla beraber binerim. Yol arkadaşı ve binek arkadaşı olurum. Bu da Ayet-İ Kerime ile sabittir. <<>> (17/64)
2. Allah-ü Teala'dan diledim ki : Bana bir ev vere .. Bu dilediğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi. 3 .Diledim ki bana bir mescid vere. Pazar yerlerini bana mescid yaptı. 4. Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı olarak verdi. 5. İstedim ki ; bir ezan vere , Mezmurları verdi. 6. Diledim ki ; bana bir yatak arkadaşı vere.. Sarhoşları verdi. 7. Diledim ki ; bana yardımcılar vere ... Bunun içinde kaderiye mensuplarını verdi. 8. İstedim ki ; bana kardeşler vere .. Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlarda şu Ayet-i Kerime ile sabittir : <<>> (17/27)
Bir ara Resullullah (s.a.) Efendimiz şöyle buyurdu : <<>> Bundan sonra İblis devam etti : 1.Ya Muhammed , Allah'tan diledim ki ; ademoğullarını ben göreyim ; ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi. 2.Diledim ki ; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa ; Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim. Gezerim. Hem nasıl istersem. Bütün bu isteklerimi verdi . " Hepsi sana verildi .. Buyurdu. " Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra şunu da ekleyeyim ki ; benimle beraber olanlar , seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte .. Böylece kıyamete kadar , ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar. Bundan sonrasını İblis şöyle anlattı :
Benim bir oğlum vardır. Adı : ATEME 'dir. Bir kul , yatsı namazını kılmadan uyursa .. gider ; onun kulağına bevleder. Eğer böyle olmasaydı ; imkan yok , insanlar namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.
Benim bir oğlum daha vardır ki ; onun adı da MÜTEKAZİ 'dir. Bunun vazifesi de ; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Mesela bir kul , gizli bir taat işlerse .. ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa MÜTEKAZİ onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur. Böylece ; Allah-ü Teala onun yüz sevabından doksan dokuzunu imha eder. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.
Sonra .. Benim bir oğlum daha vardır . Onun adı da KÜHAYL dir. Bunun işi de , insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa , ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi , uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitmezler. Böylece hiç sevap alamazlar.
Bundan sonra İblis şöyle anlattı :
— Hangi kadın olursa olsun .. Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve onu , bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela : Elini kolunu dışarı çıkar ; göster. Der .. o da , bu emri tutar. Elini , kolunu açar, gösterir. Bundan sonra , o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.
İblis bundan sonra ; Resullullah (s.a.) Efendimiz ' e kendi durumunu anlatmaya başladı : —Ya Muhammed bir insanı delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur. Ben ancak vesvese veririm. Ve bir şeyi güzel gösteririm. O kadar. Eğer delalete sürüklemek elimde olsaydı , yeryüzünde ; <<>> diyen herkesi , oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini delalete düşürürdüm. Nasıl ki senin elinde de , hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın Resulusun. Ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı, yeryüzünde tek kafir bırakmazdın. Sen Allah'ın halkı üzerinde bir hüccetsin. Bende , kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere sebebim. Said olan kimse , taa , ana karnında iken saiddir. Şaki olan da , yine ana karnında iken şakidir. Saadet ehli kılan da Allah , Şekavet ehli kılan da Allah .
Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu. <<>> (11/118-119) <<>> (33/38)
Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz , İblise şöyle buyurdu : << Ya Ebamürre , acaba senin bir tevbe etmen ve Allah' a dönmen mümkün değil mi ? Cennete girmene kefil olurum. Bunun üzerine İblis şöyle dedi : —Ya Resullullah , iş verilen hükme göre oldu. Karar yazan kalemde kurudu. Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Seni peygamberlerin efendisi kılan , cennetin ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan , beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tır. Ve O : bütün eksik sıfatlardan münezzehtir. Ve İblis cümlelerini şöyle tamamladı : İşte bu söylediklerim sana son sözümdür. Ve bütün söylediklerimi de doğru dedim.
Evvel , ahir , zahir, batın , alemlerin Rabbı olan Allah' a hamd olsun. Efendimiz Muhammet Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun ailene de ashabına da ...Amin
kaynak:http://www.islaminesriyat.com/seytan.html
Saturday, March 24, 2007
Peygamber Eendimiz (SAV) karsilastiklarina mutlaka selam verirdi."Allah katinda insanlarin en degerlisi karsilastiklarinda once selam vermek icin harekete gecendir"buyuruyordu....
Gazetenin eki olan dergide bu yaziyi gorunce, bizlerin selam verme ozurlu insanlar oldugumuzu dusunmeden edemedim, amerikaya ilk geldigim donem VA'da yasadim ve o donemde, yanimdan gecen inanlarin, otobus soforunun, yada otobuste yada herhangi bir yerde karsilastigimiz insanlarin selam vermesi beni cok sasirtmis, yadirgamis fakat sonrasinda cok guzel buldugum bir davranis olmustu, bunu bazilari amerikalilarin verdikleri robotik selamlar yada hal hatir sormalar gibi algilasada, sonucta bu insanlar belki cok da duygu katarak soylemeselerde cok guzel bir aliskanliga sahipler diye dusunuyorum...NY bu yonuyle cok benzemesede VA'ya yinede selam veren insanlara rastlamak mumkun!! keske bizlerde selamin yaygin oldugu bir toplum olabilsek!keske Allah Rasulu sav in bu guzel ahlaki bizlerde olabilse!!!
Gazetenin eki olan dergide bu yaziyi gorunce, bizlerin selam verme ozurlu insanlar oldugumuzu dusunmeden edemedim, amerikaya ilk geldigim donem VA'da yasadim ve o donemde, yanimdan gecen inanlarin, otobus soforunun, yada otobuste yada herhangi bir yerde karsilastigimiz insanlarin selam vermesi beni cok sasirtmis, yadirgamis fakat sonrasinda cok guzel buldugum bir davranis olmustu, bunu bazilari amerikalilarin verdikleri robotik selamlar yada hal hatir sormalar gibi algilasada, sonucta bu insanlar belki cok da duygu katarak soylemeselerde cok guzel bir aliskanliga sahipler diye dusunuyorum...NY bu yonuyle cok benzemesede VA'ya yinede selam veren insanlara rastlamak mumkun!! keske bizlerde selamin yaygin oldugu bir toplum olabilsek!keske Allah Rasulu sav in bu guzel ahlaki bizlerde olabilse!!!
Friday, March 23, 2007
Bugun arkadaslarimizdan birine yemege gittik, yemek sonrasi aksamin ilerleyen saatlerinde oyle hayir hasanat islerinden, kendimizin bu noktadaki eksikliklerinden yada bizler icin birincil planda onemli olmasi gereken seylerin bizler icin maddi degerleri olan seylerle yerdegistirip ikincil planda kalmasindan konustuk, ve arkadasim ablasinin arkadasinin bizzat sahit oldugu bir olayi anltti...bu adise, samsunda bir ilkogretim okulunda geciyor....Ogretmenleri bir gun orta ikinci sinif ogrencisi olan sinifindakilere, en cok ne yapmak istediklerini soruyor, sinifta herkes istedigi ve yazdigi seyleri okuyor, derken sira siniftaki bir cocug geliyor ve yazdigi sey su"EN COK KAHVALTI YAPMAK ISTIYORUM" daha sonraki bir gn ogretmen tekrar ogrencilerine soru yoneltip cevabini yazmalarini istiyor, soru su, derslerinizdeki motivasyonu dusuren en buyuketken ne olabilir, yine ayni cocuktan gelen cevap"KAHVALTI YAPAMAMAK" ogretmen bunu ogretmen arkadaslari ve esiyle paylasiyor, derken cocugun ailevi durumu arastiriliyor, ve cok fakir bir aileye sahip bir cocuk bu. Derken aralarinda para topluyor, ogretmen, ve arkadaslari, ve ogretmenin yakin cevresi, bu cocuga mont ve ayakkabi aliniyor, ve ona hedie edilirken, cocuk sunu soyluyor"Ogretmenim ben sadece montu alayim, cunku ablamla ortakasa giyiyoruz, ama ayakkabilarin beni idare ediyor, fakat sinifimdaki filanca kiz arkadasimin ayakabilari yok ona hediye ederseniz cok guzel olur" ben bunu duydugumda gozyaslarima engel olamadim, yazarkende gozlerime hucum eden yaslarini engelelleyemiyorum, Rabbim masaallah, ne guzel bir fitrat ne guzel bir merhamet ve civanmertlik vermistir ortaikinci sinifta okuyan o kucucuk kiz cocuga, nasilda boyle sahabe ahlakli bir cocuk olmustur, Rabbim onun hep boyle guzel ahlakli eylesin, Rabbim bzilerede elimizdeki imanlari daha ck hayir hasenat yapacak olcude ve berekkette kullanmayi nasip etsin, Rabbim verdigin hersey emanetin,verdigin her turlu emaneti hakkiyla guzel ve hayrli yerlerde tasarruf etmeyi nasip et, bizi bos ve sig dusuncelerimizin icinde bogulmaktan muhafaza buyur, Rabbim merhamet duygumuzu kaybettirme, bizi comert kullarindan eyle, bizi arkadaslarimizin hata ve kusurlrini gorup onlari elestirme kusaginda kaybedenlerden eyleme....bizi elestirdigimiz yanlis ve hatalara dusmekten muhafaza buyur....Bize Senin sevgini ve Senin sevgine gidecek yollari gormeyi bilmeyi, ve o sekilde senin Riza-i Ilahine ermeyi nasip et, Bizi sensiz birakma Allah im, Rabbim senin lutuf ve ihsanin hersey bizi lutuf ihsanlarindan mahrum etme....(amin)
Marka ve Varlik!!
Arkadaslarimdan biriyle gorustuk bugun, ben anlayamadigimi soyledim bir cantaya, kac yuz yada bin dolar verilmesindeki mantigi, bana oyle bi cevrede yasamadigim icin anlayamayacagimida soyledi:)) bilmiyorum hakaretmiydi, yoksa kafamdaki olaya bir aciklik etirme calisma ve cabasimiydi:)), ama sundan eminim, hersey insanin kendisinde bitiyor, karakter yapisiylada alakali, atiyorum birisi, arkadasi su markayi giyerse vede o da ayni markadan alip giyme yada takma geregi duyuyorsa bu sadece karakter yapisindaki saglamsizlk ve kisilikteki oturmamisliktan baska bir sey degil...bu dunyada gelis gayemiz o yada bu marka bir cantayi yada ayakkabiyi, yada iste bir kiyafet yada taki, yada bir mobilyayi, almak yada sahip olmak yada giymek icin olmadigi gibi, Rabbimizin emanet olarak bize verdigi varligida dikkatli ve akilli kullanmak gerginde oldugumuzu dusunuyorum...Tamam kabul ediyorum bende bir kac makya takintiliym, mesela belli bir markadan saat almaliyim, yada ayakkbi giymeliyim, yada tshirt yada kazak almaliyim, ama burda kendi nefsimi temize cikarmiyorum, sadece uygun fiyata buldugumda yada kalitesine guvenip vede bi kac yil o kazaga yada ayakkabiyi gonul tahatligiyla giyebilecegmiildigim icin vede yuzlerce dolar odemedigim icin rahatca aliyorum, belki benim marka diye nitelendirdigim seyler, cok da bilinen bir marka olarakta gorunmeyebilir....maximum indirimde yada degil 40-100 arasi bir fiyat odeyecekken cok da iyi bir saat sahibi olabilecekken, ben 500 yada 1000 dolarlik yada 5000 yada 10000 dolarlik saat takanlarin hakikaten bu saatteki mantalitelerini anlayamiyrum arkadasin dedigi ben o cevreden degilim ya bilemiyorum:)))aman Allah ta bildirmesin hayirlisiyla:)) arti bir su LV cantalarina takmis durumdayim couch'i daha insafli buluyorum, inanamiyorum en dusuk bir kol cantasina bir insain 675 dolar vermesindeki mantigi, turkiyede calisan bir elemanin bir aylik masaasindan daha ok bir rakam, ama bugun bundan bahsettigim arkadasim ban, ne biliyorsun o oyle bir canta aliyor ama belli ayda 6000 dolarda yardim ediyor dedi, bende oyle bir canta degil, cok da insafsiz olamayayim, guess'in filan 100 dolarlik cantasini alsin 6500 dolar yardim etsin insanlara dedim, sonucta Allah'in emanet olarak verdigi bir seyi, yine onun kullarina harcayarak hayir yapma niyetinde bulunmus, bir 500 dolar daha fazladan yapsin, cunku mrkaysa o da marka hem daha guzel modeller, gecibu guzellik kavramida goreceli mesela ben uyuz olurdum LV cantlarina, fiyatlarini gordugumden beri daha bi uyuzum, adam dunya zengilerini lisetesinde ilk 20 deydi sanirim tevekeli bosuna degil, birde adamin firmasinin savunuculari yokmu, ay taklidlei varmis hakka giriyorlarmis taklidini yapip, peki o insansifca bir cantaya bicilen 3000-5000 dolar insansifsizlik degilmidir?neyse tlf sonra devam ederim:)
Thursday, March 22, 2007
Neden bu bloga yazmaya karar verdim bilmiyorum, sanirim kodlarla ugrasacak kadar vaktim yok su sira yada ben yapamiyorum kendime vakit, cok mu bos islerle ugrasiyorum onuda bilemiyorum gerci, yogun bir donem nasilda buluyorum bos is buda basiridir:)bilgisayarimdan ilk once msn imi silmek istiyorum, ama biliyorum tekrar yukleyecegim, cunku webcam kullanarakta olsa sevdiklerimizi gormek kadar tatlisi yok, ama iste bikiyorum bazen bilgisayardan, zaten cok goruyorum, birde bu bolumde okuyorum, keske ekonomi okusaydim, her neyse, blogspoti daha bi cok sevdim, html kodlarini degistirme olayi var, blog da yok bu, yine esnedim, yine dudagimin yanindaki yara gibi iste catlk hasar gordu, kremlemekten usandim, esnememeyi unutmaktanda, ins biran once iyilesir, sanirim stressten cikiyor bunlarda...bugunu guzel bir dua ile bitireyim, hem burayada not ediyim yagmur damlasi diye bir bloda okudum, oncesindede okumustum, ama iste son donemde orda okudugum icin orayida kaynak olarak geceyim:), bundan sonra kizima ve kendime ayri gunluk tutacagim:)daha keyifli olacak gibi geldi boylesi:))
"Ey Allah'ım!Peygamberin Muhammed(sav)in senden dilediği hayırlardan bende dilerim.Peygamberin Muhammed(sav)in sığındığı şeylerden ben de sığınırım.Yardımına sığınlacak ancak sensin ve ancak Senin yardımınla hayırlara ulaşılr.Güç ve kuvvet ancak Allah iledir."(Tirmizi)
"Ey Allah'ım!Peygamberin Muhammed(sav)in senden dilediği hayırlardan bende dilerim.Peygamberin Muhammed(sav)in sığındığı şeylerden ben de sığınırım.Yardımına sığınlacak ancak sensin ve ancak Senin yardımınla hayırlara ulaşılr.Güç ve kuvvet ancak Allah iledir."(Tirmizi)
Subscribe to:
Posts (Atom)